24 Kasım 2010

Pygmalion'un Ardından...


Bir zamanlar, yapayalnız bir heykeltıraş olan Pygmalion, hayalindeki kadının heykelini yarattı. Hem de tam hayal ettiği şekilde, vücutta ve boyda… Bittiğinde, yüzünde eşsiz gülümsemesi ve mükemmel vücuduyla, heykel gerçek bir kadın gibi görünüyordu. Heykelin yanından ayrılamayan Pygmalion’u gören arkadaşları ona, “Ne kadar güzel olduğu önemli değil, sonuçta bu sadece bir heykel, bir kadın değil” diyorlardı. Pygmalion ise, yarattığı heykele aşık oldu. Onun gerçeğe, gerçek bir kadına dönüşmesini diledi, umut etti, bunun için bildiği tüm tanrılara dua etti. Bu dileği o kadar içtendi ki, Afrodit sesini duydu ve yarattığı heykeli gerçek bir kadına dönüştürdü. O gün bu gündür, kendini gerçekleştiren kehanetlere, Pygmalion Etkisi denir oldu…

“Beklentilerin etkisi, gerçeklik üzerinde nedir?” sorusu pek çok araştırmaya konu olmuştur. Pek çok alanda yapılan araştırmalar, beklenilen sonuçlara ulaşma eğiliminin beklenti olumlu olduğunda da, beklenti olumsuz olduğunda da benzer şekilde, yüksek olduğunu göstermiştir. Yani olaylara, durumlara, kişilere ve ilişkilere dair beklentilerimiz, olacakları da şekillendirmektedir.

Pygmalion etkisinin gücü, ilk olarak psikolog Rosenthal tarafından okullarda yapılan bir araştırmada gösterilmiştir. Araştırmada öğretmenlere aslında rastgele seçilmiş olan bir grup çocuğun yüksek potansiyel gösterdiği söylenmiş ve bu grup ayrı bir sınıfa alınmıştır. Aradan 1 yıl geçtikten sonra ise, öğrenciler incelendiğinde, bu sınıfta yer alan öğrencilerin genel zeka testlerinde öncesinden farklı olarak ortalamanın üzerinde puan aldıkları, diğer sınıfta yer alan çocuklarda ise önemli bir değişim sağlanmadığı görülmüştür. İlk kez bu araştırma ile, yüksek performans beklentisinin, performansı gerçek anlamda yükseltebileceği gösterilmiştir. Hissettirilen olumlu beklenti, çocukların benlik algılarını güçlendirmiş ve performanslarının gerçek anlamda üst düzeye çıkmasını sağlamıştır. Rosenthal’ın çalışmasının ardından Pygmalion Etkisini ve kendini gerçekleştiren kehanet teorisinin sınırlarını araştıran onlarca çalışma yapılmıştır. Bir heykelin gerçeğe dönüşemeyeceğinden emin olsak da, beklentilerin gerçekliğe etki ettiğini, beklentiler sayesinde kendi performans düzeyimizi ve diğerlerinin performansını etkileyebileceğimizi biliyoruz.

İş yaşamında yapılan pek çok çalışmada, Rosenthal’ın yaptığına benzer şekilde, oluşturulan olumlu-olumsuz performans beklentilerinin performans değişimlerine neden olduğunu göstermiştir. Pygmalion Etkisi’ni bir çeşit döngü olarak düşünebiliriz. Beklenti döngüyü şekillendiriyor ve sonunda beklenen şey gerçekleşiyor ve kehanet kendini gerçekleştirmiş oluyor. Peki Pygmalion Etkisi ilişkilerde kendini nasıl gösterir?

Son 10 yılda boşanmalar % 80 oranında artmış durumda. Terapiye gelen çiftlerden de iyi biliyoruz ki evlilikler “ömür boyu birlikte olalım” diye değil, “boşanabiliriz” denilerek başlıyor. Geleceğe dair beklenti, bugünkü davranışları, bugünkü davranışlar da geleceği şekillendiriyor. Döngü artık olumsuz işliyor. Adımları ise şu şekilde…

İlişkinin biteceğine dair inanç/olumsuz beklenti…
Çatışma durumlarının gerçekleşmesi (kaçınılmaz) ve olumsuz inancın güçlenmesi…
Olumsuz beklentinin yarattığı uzaklaşma hissi ve davranışı…
Paylaşımda azalma, beklentiye uygun şekilde ayrılığın dillendirilmesi…
Olumsuz beklentinin güçlenmesi…
Beklentiye uygun davranışların (olumsuz) sürdürülmesi…
Ayrılık / Boşanma…

Hemen her alanda, iş yaşamında, sosyal yaşamda, aile yaşamında vb. kendinizi benzer bir döngüde bulabilirsiniz. Yeni yıla girerken, yaşamınızda aslında hiç de istemediğiniz gerçekliklerin oluşmasına neden olan beklentilerinizden ve bu döngülerde kurtulma kararı vererek değişime başlayabilirsiniz. Beklentileriniz olumsuz mu? Olumsuz döngüler yaşamınızda yoğun olarak mı var? Peki nedir bunları kırmanın yolu? Çok da zor değil…

Beklentilerinizin listesini oluşturun… İlişkinize dair beklentileriniz neler? En az 10 olumlu beklenti listeleyin. Listenizdeki her maddenin olumlu olduğundan emin olun. Peki ya iş yaşamınıza dair? İş yerindeki ilişkilerinize dair beklentileriniz neler? Peki ya arkadaşlarınıza, onlarla olan ilişkilerinize dair beklentileriniz? Ekonomik durumunuza dair beklentilerinizi listeleyin… Ailenize dair beklentileriniz? Her bir madde olumlu mu? Yeniden kontrol edin…

Beklentileriniz için hazırladığınız listeyi sık görebileceğiniz bir yerde tutun. Sık aralıklarla gözden geçirin. Bırakın bu yıl istemediğiniz, olmasından koktuğunuz gelecek değil, hayal ettiğiniz heykeller canlansın. İyi seneler… 

Psikolog Filiz Kaya

11 Kasım 2010

Ayrılık… Neden bu kadar acıtır?


Romantik ilişkilerde ayrılık, ilişki yolunda gitmiyor olsa bile sarsıcı ve acı veren bir deneyimdir. Peki ya terk edildiğinizde ne yaşatır? 

Romantik ilişkiler yüksek bir heyecan düzeyiyle başlar ve geleceğe dair çok sayıda umudun, beklentinin oluşturulmasına neden olur. İlişki sonlandığında ise, her ne kadar kötü giden bir ilişki olursa olsun, yüksek düzeyde bir hayal kırıklığı ve hüznün yaşanmasına neden olur. Bozulan rutin, yaşanılan evden arkadaşlara kadar hissedilen geniş bir değişim alanı, kişinin adapte olabilme becerilerini zorlayıcı, dolayısıyla stres düzeyini fazlasıyla arttıran bir yaşantıdır. 

Psikologlar olarak danışanlarımıza verdiğimiz temel bilgilendirme genellikle şudur:  boşanma ya da ayrılık, sadece ilişkinin sonlanması, kaybı değil aynı zamanda sevilen birinin kaybı demektir. Daha önce yaşanan ve etki bırakan tüm kayıpları tetikler ve bu nedenle de yoğun bir duygulanımın oluşmasına neden olur. Bu bilgide bir sıkıntı yok ve tamamıyla gerçeği yansıtıyor.  Ancak son zamanlarda yapılan bir araştırma, özellikle terk edilen, terk edildiğini hissettiren bireylere yaklaşımda, biz uzmanlara farklı bir gözlük daha sundu…  Romantik bir ilişkide yaşanan terk edilmenin yarattığı acı, sadece psikolojik yaralanmalardan kaynaklanmıyor. Yaşanan bu acı, beyinde motivasyon, ödül ve bağımlılıkta yaşanan madde yoksunluğuna benzer bir aktivasyonun oluşmasına neden olmakta. 

Hem kendi deneyimlerinize, hem de yakın arkadaş çevrenize bakarak şu soruların yanıtlarını bir düşünün: “İstemeden ayrılma, terk edilme söz konusu. Terk edilen tarafın davranışları hakkında neler söyleyebilirsiniz? İlişkinin sonlanmaması için çaba sarf eder mi? Neler hisseder? Neler yaşar? Neler olsun ister? Davranışları üzerinde ne kadar kontrol sahibidir?” 

Sürekli sevgiliyi düşünme… Sürekli aramayı düşünme… Arama, mesaj atma, yapılmaması önerilen hemen her şeyi yapma hali… Reddedilme, istenme ilişkinin tek taraflı olarak bitirilmesi halinde, hem terk edilen kişide ağır yaralar açıyor, hem de sonrasında yapılan davranışlar nedeniyle, uzun süreler devam eden pişmanlıkların duyulmasına neden oluyor. Terk edilmenin yarattığı psikolojik yaralar, kişilikte oluşan değişimler, özgüvenin düşmesi, kaygı düzeyinin artması, hatta ayrılıkların yakın çevredeki ilişkileri de etkilemesi  vb. ayrılık sonrası ortaya çıkan olumsuz koşulları araştıran yoğun bir psikoloji literatürü zaten var. Ancak yıllar sonra bir grup araştırmacı, terk edilen kişilerde oluşan bir dizi reaksiyonun fiziksel nedenlerini anlayabilmek için, beyin görüntülerine bakmaya karar verdi. 

Araştırmada eski sevgililerine hala “aşık” olduklarını belirten bir grup kadına, eski erkek arkadaşlarının resmi gösterildi ve fMRI yoluyla beyin görüntüleri alındı. Araştırmaya katılan tüm kadınlar için, ayrılığın üstünden ortalama 63 gün gibi görece uzun bir zaman geçmiş durumda. Gün içinde zamanlarının % 85’ini eski sevgililerini düşünerek geçirdiğini belirten grupta yer alan kadınların tamamı, ilişkilerine devam etmek ve eski sevgilileri ile yeniden bir araya gelmek istediklerini söylüyor. Araştırmacıların hedefi, eski sevgilinin resmini görmenin beyinde ne gibi değişimlere neden olduğunu saptamak. Araştırma sonuçları ise şu şekilde:
-          Araştırma sonuçlarından biri romantik ilişkilerde reddedilmelerin ardından kişinin duygu ve davranışlarını kontrol etmede güçlük yaşadığını ortaya koyması. Terk edilme sonrası gösterilen duygusal-davranışsal tepkilere bakıldığında – ki bunlar depresyondan intihara hatta cinayete kadar değişim gösterebiliyor- kişinin kendini kontrol etmede güçlük yaşadığının görülmesi çok da şaşırtıcı değil. Ancak yine de alınması gereken bir ders var… Yakın bir arkadaşınız ayrılık acısı çekiyorsa, “Yapma ama artık, kontrollü davran biraz” demeniz işe yaramayacaktır. 

-          Beyin görüntülerine bakıldığında özellikle motivasyondan sorumlu alanlarda önemli düzeyde aktivasyon görülüyor. Yani romantik aşk, daha önce de önerildiği gibi, belirli bir duygu durumu olmaktan çok, hedefe odaklı bir motivasyonel durum olma özelliği taşıyor.

-          Araştırmanın en şaşırtıcı sonucu ise, beynin bağımlılık ve yoksunluk durumlarında aktive olan alanında görülen yoğunluk. Yani romantik ilişkilerde reddedilme, bağımlılıkta görülen bir tür yoksunluk sendromunun yaşanmasına neden olmakta. Bu sonuç da ne kadar zorlu bir süreç içinde olunduğunun ve kontrolün ne kadar güç olduğunun temel göstergelerinden biri olma özelliği taşıyor. 

-          Aktive olan bir diğer önemli alan ise beynin fiziksel ağrı ve stresten sorumlu olan alanları. Yani ayrılıkla başa çıkmaya çalışan kişiler, aslında güçlü bir hayatta kalma mekanizması ile savaşır hale geliyorlar. 


“Zaman tüm yaraları iyileştirir,” kadim bilgisinin fiziksel kanıtı da artık elimizde..


Aşk acısı çeken kişiler için umut da var…
Reddedilmenin ardından geçen gün sayısı ne kadar fazla ise, resimlere bakıldığında duygulardan sorumlu beyin bölgesinde görülen hareketlenmede azalma ve rasyonel düşünmeden sorumlu beyin bölgesinde görülen aktivasyonda da fazlalaşma görülüyor.  ilgili beyin alanlarında o kadar az aktivite görülüyor. Yani aradan geçen zaman fazlalaştıkça reddedilen bireyler durumu anlamlandırmaya ve tepkilerini daha kontrollü olarak sunmaya, duygusal ve psikolojik olarak güçlenmeye başlıyorlar.


Eğer yaşanan sıkıntı kaldırılamayacak durumda ise, aradan zaman geçmesine rağmen herhangi bir iyiye gidiş hissedilemiyorsa destek alınmasında yarar var demektir.




Her türlü zorlu yaşam olayında olduğu gibi, bu zorlu yaşantıdan da güçlenerek çıkmanız mümkün.

Ayrılığın ardından… 

-          Birbirinden farklı duyguları, yoğun olarak ve kısa aralıklarla yaşayacaksınız. Bir sabah yataktan kalkmak istemeyecek kadar mutsuz, diğer sabah ise yeniden aşık olmalıyım kararlılığı ve enerjisiyle uyanabilirsiniz. 

-          Kendinize kredi vermelisiniz. Bir süre üretkenliğiniz, iş yaşamındaki başarınız, kişilerarası iletişim becerileriniz düşebilir ve bunda bir sorun yok. Kimse superman değil ve olmamalı da. 

-          Yalnız kalmadığınızdan emin olmalısınız. Bu süreçte sık değişiyor olsa da, duygularınızı, düşüncelerinizi paylaşmanız çok önemli. Size iyi gelen yakınlarınızı, arkadaşlarınızı, akrabalarınızı yakınınızda tutun. Yardıma ihtiyacınız olduğunda, destek almaya mutlak olarak hazır olun. 

-          Duygularınızla savaşmayın. Kaybı yaşamak için kendinize alan açın. Hayatınız bir anda değişti, umutlarınız dahi değişmek zorunda. Veda ettiğiniz ayrıntıların hakkını verdiğinizden emin olmalısınız. Üzülmemeliyim, düşünmemeliyim cümlelerini kurduğunuz anda kendinizi uyarın. Tesadüfi bir durum söz konusu değil; üzülmeye, bu konu ayrıldığınız kişi hakkında düşünmeye ihtiyacınız olduğu için bunlar aklınıza geliyor. 


Hazırlayan: Psikolog Filiz Kaya
Yukarıda yer alan yazı  Marie Claire Dergisi Ekim 2010 sayısında yer almıştır.