23 Aralık 2010

Mutlu İlişkiler İçin, Uzak Durulması Gerekenler

Evlilik ve boşanma araştırmalarının duayenleri Dr. John ve Julie Gottman, evli çiftlerin birbirleriyle iletişim halinde olduklari 10 dakikalik bir video izleyerek, yeni evli çiftlerin gelecek 6 sene içinde evli kalacağını ya da bosanacağını %91 gibi bir basarı oranıyla tahmin edebiliyorlar. Peki Gottman'lar evliliğin devam edip etmeyeceğini nasıl bu kadar yüksek bir oranla tahmin edebiliyorlar?

35 yılı aşkın bir suredir yürüttükleri araştırmalara göre evliliğin mutlu gitmesini sağlayan en önemli faktor eşlerin birbirlerinin etkisini kabul edebilmeleri. Araştırmalara göre kadınlar eşlerinin taleplerini karşılamakta daha başarılı ve daha yapıcı bir tutum sergilerken, erkekler eşlerinin taleplerini kabul etmekte ve degismekte daha cok sikinti yasamaktadirlar. Kadinlar evlilikle ilgili sorunlarini ve eşlerinden beklentilerini daha cok ortaya koymakta ve bu konuda tartışmak ve cözüm üretmek konusunda daha istekli görünmekteler. Eşlerinin bu taleplerini dikkate alan ve kendilerini bu anlamda esnetebilen erkeklerin evlilikleri, diğerlerine oranla daha uzun sürmekte ve daha mutlu bir birliktelik yasamaktalar.

Gottman'lar evliliklerde yasanan problemlerin ya da çatısmaların asıl sorun olmadığını, her evlilikte yaşanabilecek bu tür anlaşmazlıkların evliliği yıkmadığını göstermektedir. Asıl önemli olan, yaşanan sorunlarla nasıl başa çıkıldığıdır. Eşlerin tartışmalar sırasında yaşadığı öfke, kızgınlık, kırgınlık gibi duygularin aslında evliliği bitirici etmenler olmadığı, bunlardan ziyade Gottman'ların "Mahşerin 4 Atlısı" diye tabir ettigi tartışma sırasında eşlerin sahip olduğu 4 tutumun evliliğin bitimine yol açtığı görülmüstür. Bu tutumlar aşağılama, eleştiri,sürekli savunma halinde olma, ve duvar örme/uzaklasma olarak adlandırılabilir. 
 
Tartışmalar sırasında ya da sonrasında bu tutumları takınan çiftlerin boşanma oranının diğer çiftlere nazaran çok daha fazla olduğunu görülmüştür. Çiftler, eğer bu özelliklerini değiştirebilirse tartışmalar yıkıcı olmak yerine yapıcı olabilir ve ilişkiyi eskisine gore daha da guclendirebilir.

Aşağılama
Iliskilerde ciftler arasinda yasanabilecek en olumsuz ve yikici duygu aşağılamadir. Eğer ilişkide aşağılama varsa, ilişkiyi kurtarmak neredeyse imkansız. Saygı olmayınca, ilişkinin temeli oldukca zayiflar. Aşağılama kişinin direk kimliğine ve var oluşuna zarar verir. Asagilamada verilen mesaj sudur: sen sadece ilişkimizde kötü değilsin, sen tek başına ve bir insan olarak da kötüsün. Bu durumda çiftler ayrılsa bile, kişinin özgüvenine verilen zarar yıllarca etkisini sürdürebilir. 
 
Eleştiri
Eleştiri, karsimizdakinde sürekli hata bulma ve yargılama davranışıdir. Elestiri, yapilis sekline bagli olarak kisiler ve iliskiler uzerinde yapici ya da yikici etkileri olabilen bir davranistir. Yikici elestiriler, ciftlerin birbirlerinin davranışlarından ziyade, karakter ve kişilik ozelliklerini eleştirmeleridir. Bu tur elestirilere maruz kalan kisiler kendilerinde bir sorun olduğunu düşünüyor ve ilişkiden kendilerini kurtarmanın yollarını arıyor.Kendisinin takdir edilmediği ortamlardan uzaklaşıp, takdir edildiği ortamlara gitme ihtiyaci hissediyorlar. Bu kisiler kendilerini iliskinin icinde ya da hayatinin diger alanlarinda işe yaramaz hissediyor.
 
Savunma
Ayrılığı getiren diğer bir davranış da çiftlerin karşı tarafı anlamaya çalışmadan, sürekli kendilerini savunmasıdir. Her davranışa bahane bulmak, kendi davranışlarını sürekli rasyonelleştirmek, karşı taraf fikrini söylediğinde “sen bunu daha çok yapıyorsun” deyip oku ona çevirmek, karşı tarafı dinlemeden kendi fikrini söylemek savunma davranışları arasında yer alir. 
 
Duvar Örme

Duvar örme, tehlikesiz gibi görünmese de ciftlerin iliskilerine en cok zarar veren davranislardan bir tanesidir. Eslerden biri endişesini dile getirdigi zaman, diger es bunu tamamen yok sayıyor ya da konuyu başka tarafa çeviriyorsa, bu esin diger ese duygusal ve fiziksel anlamda bir duvar ormesidir. Bu davranis ihtiyacini ya da endisesini dile getiren cifte verilmis bir “sen değersizsin” mesajıdir.
 
Gottman Cift Terapisi, ciftlere birbirleriyle iletisim kurarken ve varolan catismalari cozerken "Mahserin 4 Atlisi" yerine kullanabilecekleri cesitli panzehirler onermekte. Yukarida belirtilen dort davranisi birbirine yapan ciftlerin evlilikten aldiklari doyumun oldukca az, ve bosanma oranlarinin oldukca yuksek oldugunu belirten Gottman'lar, iliskilerde mumkun olundugunca bu dort davranis biciminden kacinmak gerektigini belirtmekte. Ciftler mutlu ve uzun iliskiler ve evlilikler icin, asagilama, elestiri, savunma ve duvar ormeden uzak durmali ve bunun yerine daha olumlu ve yapici problem cozme ve iletisim becerileri gelistirmelidir.

Referanslar
Gottman, J.& Siver, N.(1999).The Seven Principles for Making Marriage Work: A Practical Guide from the Country's Foremost Relationship Expert.
 
 Uzm. Psikolog Çiğdem Yumbul
 

2 Aralık 2010

Mükemmeliyetçi Evlilikler



Mükemmeliyetçilik artık neredeyse bir yaşam biçimi haline geldi. Eğitim, kariyer ve teknoloji alanındaki imkanların gün geçtikçe artması insanların ilişki seçimlerinden evliliklerine ve daha sonra da çocuk yetiştirme tutumlarına yansıyarak bütün hayatlarına geçmiş durumda… Peki neredeyse herkes böyleyken bunun bir zararı olur mu? Her şeyin en mükemmeline sahip olmaya çalışmak iyi değil mi? Bu yazımızda bunu inceleyeceğiz…

Mükemmeliyetçilik kişiye hata yapma hakkı tanımayan, performans ve başarının her zaman en üst düzeyde olmasını gerektiren bir düşünce ve davranış biçimidir. Mükemmeliyetçi kişilerin çok yüksek ve genellikle rasyonel olmayan hedefleri vardır. Bu hedeflere ulaşmak için yoğun bir çaba harcar ve ulaşamadıklarında da büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar.

Mükemmeliyetçilik kişisel olarak yaşandığında belki bireyin kendi kendine yaşadığı ve dışarıyı çok da fazla rahatsız etmeyen bir durumken evlilik söz konusu olduğunda durum ilişkiye direkt olarak etki etmektedir. Burada, belirlenen gerçek dışı ve yüksek standartlara başkalarının uymasını bekleme eğilimi vardır. Mükemmeliyetçiler evlilikte ve diğer yakın ilişkilerinde bu nedenle zorluk yaşarlar. Realite dışındaki karşılanması çoğu zaman imkansız olan beklentileri, hem kendilerinin hem de eşlerinin ilişkiye dair mutsuz olmasına neden olur. Özellikle evlilik ve eş ile ilgili sürekli en iyisi için çaba sarf etmek, aradaki gelişmeleri daima göz ardı etmek ve bir şey yolunda gitmediğinde dünya başına yıkılıyormuş gibi hissetmek söz konusu oluyorsa bu pek mükemmel bir durum olmayacaktır…

İlişkide mükemmeliyetçi partnerin tarafından bakarsak, başlangıçtaki sorunları görmezden gelip her şeyin mükemmel ve ideal bir şekilde ilerleyeceğine dair inancı ve bu konudaki çabası bir süre devam eder. Ancak gelişmeler onu tatmin etmedikçe ilişkiden şikayet etmeye, yeni idealler oluşturmaya ve mutsuz olmaya başlar.. Partnerlerden birinin mükemmel olma durumu çocuğun doğması ile ona da geçer.. Mükemmel bir çocuğu tarif eden ne ise, mükemmeliyetçi ebeveyn onu sağlamaya çalışır… Çocuğu ile ilgili de daima bir beklenti içindedir. En başarılı, en uslu, en çalışkan o olacak gibi. Buna yakın bir başarı olduğunda ise bununla tatmin olmaz ve hatta bundan üzüntü duyar.

Beklentileri neredeyse hiçbir zaman karşılanamayan mükemmeliyetçi eşlerin, bunun sonucunda gösterdikleri tutum ve davranışlar da büyük ölçüde negatif olmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, çiftlere, eşlerinin mükemmeliyetçi olup olmadığı sorulmuş ve bu soruya evet yanıtını verenlerin çoğunluğu eşlerinin ilişkilerindeki problemlerle ilgilenirken “iğneleme” ve “aşağılama” davranışları kullandıklarını söylemişlerdir. Bu tarz davranışlar ilişkiye büyük ölçüde zarar vermekte ve çiftlerin ilişkilerinden daha az tatmin olmalarını sağlamaktadır. Eşlerinin mükemmeliyetçi olduğunu belirten kişiler aynı zamanda ilişkilerinden mutsuz olduklarını çünkü asla beklentileri karşılayamadıklarını ifade etmişlerdir.

Mükemmeliyetçi Evlilikler ve Rasyonel Olmayan İnançlar…

• “Ya hep ya hiç” Düşüncesi: Olayları, arada pek çok derece olabileceğini düşünmeden, sadece doğru ya da yanlış olarak görme eğilimindedirler.
“Benden özür dilemediğine göre artık beni sevmiyor”

• Aşırı Katı Standartlar ve Esnek Olamama: Beklentileri, hedefleri esnetme konusunda güçlük yaşarlar.
“Evlenmeden önce kesinlikle bu sınavı geçmeli ve iş yerinde terfi almalı, değilse evlenmemeliyiz”

• Zihin Okuma: Eşlerinin zihinlerini okuduklarını; genellikle de kendileri hakkında olumsuz yargılar edinebileceklerini düşünürler.
“Akşam ben çıkmak istediğim halde onun çıkmak istemediğine %100 eminim sormaya bile gerek yok”

• Zorunluluklar: İşlerin nasıl olması gerektiği konusunda kurallar koyarlar; bu kurallar bozulduğunda da suçluluk ve yetersizlik yaşarlar.
“Hafta sonları ev işlerini düzenlemek için erken kalkmalıyız, aksi taktirde evi idare edemeyeceğiz.

• Aşırı Sorumlu Hissetme ve Kontrol: Eşlerinin hata yapmalarından ve zarar görmelerinden kendilerini sorumlu tutarlar; onların davranış ve düşüncelerini kontrol etmenin gerektiğini düşünürler.
“Eğer onu arayıp tembihlemezsem eve gelirken markete uğramayı kesin olarak unutacak”

• Eşlerine Güvenme Güçlüğü: Bir işi yaparken eşlerine görev verme ya da iş paylaşımı konusunda güçlük yaşarlar.
“Evin temizliği, çocukların bakımı ve yemek gibi şeyler benden sorulur onun yaptığını düşünemiyorum her şey yarım yamalak olurdu.

• Uygun Olmayan Karşılaştırma: Kendilerini sürekli diğer insanlarla karşılaştırırlar ve bunun sonucunda da daha fazla olumsuz duygu yaşarlar.
“Onların çok güzel bir evleri var, bizim hiçbir zaman böyle bir evimiz olmayacak..

Bardağın Dolu Tarafını Görme Zamanı!

Evlilikte mükemmeliyetçi bir tutum içinde olmak bir süre sonra ilişkinizle ilgili kaygılı ve mutsuz olmanıza neden olacaktır. Araştırmalar, mükemmeliyetçi kişilerin istedikleri noktaya ulaşamadıkları sürece kendilerini değersiz hissettiklerini bununda sonunda depresyon gibi rahatsızlıklara neden olabileceğini gösteriyor. Mükemmeliyetçilik hem size hem de ilişkinize faydadan çok zarar getiren bu duruma dönüştüyse aşağıdaki adımları atmanın zamanı gelmiş demektir..

• İlişkinizde şu ana kadar daha çok olumsuza odaklandığınız durumlarla ilgili bir değişiklik yaparak olayların olumlu ne gibi tarafları olduğu üzerinde durabilirsiniz.

• İlişkinizden kendinizden ve eşinizden bu da yapıl-malı şu da yapıl-malı diye beklediğiniz pek çok şey var. Bunu her söylediğinizde sırtınıza bir yük daha bindiğini düşünün. Bir günün sonunda bundan ne kadar yaptığınızı sayın ve bazılarını eleyerek kendinizi biraz yükten kurtarmaya çalışın.

• Yarar/zarar analizi yapın. İlişkinizde sizinle veya eşinizle ilgili mükemmel olmasını istediğiniz şeyin olduğunda ne kadar yarar, olmadığında ne kadar zarar getireceğini düşünün. Böylelikle size çok kaybettirmeyecek bir şeyden vazgeçerek kendinizi biraz rahatlatabilirsiniz.

• Standartlarınızı belli bir ölçüde azaltmaya ya da küçültmeye çalışabilirsiniz. Bu standartsız olacaksınız anlamına gelmeyecektir.

• Hatalı veya başarısız bulduğunuz konularla ilgili bir daha aynı hatayı yapmayacağınızı, bunu yaşamış olmanın sizi geliştirdiğini ve size yeni bir şey öğrettiğini düşünebilirsiniz.



Uzm.Psk.Özge Altan Aytun

24 Kasım 2010

Pygmalion'un Ardından...


Bir zamanlar, yapayalnız bir heykeltıraş olan Pygmalion, hayalindeki kadının heykelini yarattı. Hem de tam hayal ettiği şekilde, vücutta ve boyda… Bittiğinde, yüzünde eşsiz gülümsemesi ve mükemmel vücuduyla, heykel gerçek bir kadın gibi görünüyordu. Heykelin yanından ayrılamayan Pygmalion’u gören arkadaşları ona, “Ne kadar güzel olduğu önemli değil, sonuçta bu sadece bir heykel, bir kadın değil” diyorlardı. Pygmalion ise, yarattığı heykele aşık oldu. Onun gerçeğe, gerçek bir kadına dönüşmesini diledi, umut etti, bunun için bildiği tüm tanrılara dua etti. Bu dileği o kadar içtendi ki, Afrodit sesini duydu ve yarattığı heykeli gerçek bir kadına dönüştürdü. O gün bu gündür, kendini gerçekleştiren kehanetlere, Pygmalion Etkisi denir oldu…

“Beklentilerin etkisi, gerçeklik üzerinde nedir?” sorusu pek çok araştırmaya konu olmuştur. Pek çok alanda yapılan araştırmalar, beklenilen sonuçlara ulaşma eğiliminin beklenti olumlu olduğunda da, beklenti olumsuz olduğunda da benzer şekilde, yüksek olduğunu göstermiştir. Yani olaylara, durumlara, kişilere ve ilişkilere dair beklentilerimiz, olacakları da şekillendirmektedir.

Pygmalion etkisinin gücü, ilk olarak psikolog Rosenthal tarafından okullarda yapılan bir araştırmada gösterilmiştir. Araştırmada öğretmenlere aslında rastgele seçilmiş olan bir grup çocuğun yüksek potansiyel gösterdiği söylenmiş ve bu grup ayrı bir sınıfa alınmıştır. Aradan 1 yıl geçtikten sonra ise, öğrenciler incelendiğinde, bu sınıfta yer alan öğrencilerin genel zeka testlerinde öncesinden farklı olarak ortalamanın üzerinde puan aldıkları, diğer sınıfta yer alan çocuklarda ise önemli bir değişim sağlanmadığı görülmüştür. İlk kez bu araştırma ile, yüksek performans beklentisinin, performansı gerçek anlamda yükseltebileceği gösterilmiştir. Hissettirilen olumlu beklenti, çocukların benlik algılarını güçlendirmiş ve performanslarının gerçek anlamda üst düzeye çıkmasını sağlamıştır. Rosenthal’ın çalışmasının ardından Pygmalion Etkisini ve kendini gerçekleştiren kehanet teorisinin sınırlarını araştıran onlarca çalışma yapılmıştır. Bir heykelin gerçeğe dönüşemeyeceğinden emin olsak da, beklentilerin gerçekliğe etki ettiğini, beklentiler sayesinde kendi performans düzeyimizi ve diğerlerinin performansını etkileyebileceğimizi biliyoruz.

İş yaşamında yapılan pek çok çalışmada, Rosenthal’ın yaptığına benzer şekilde, oluşturulan olumlu-olumsuz performans beklentilerinin performans değişimlerine neden olduğunu göstermiştir. Pygmalion Etkisi’ni bir çeşit döngü olarak düşünebiliriz. Beklenti döngüyü şekillendiriyor ve sonunda beklenen şey gerçekleşiyor ve kehanet kendini gerçekleştirmiş oluyor. Peki Pygmalion Etkisi ilişkilerde kendini nasıl gösterir?

Son 10 yılda boşanmalar % 80 oranında artmış durumda. Terapiye gelen çiftlerden de iyi biliyoruz ki evlilikler “ömür boyu birlikte olalım” diye değil, “boşanabiliriz” denilerek başlıyor. Geleceğe dair beklenti, bugünkü davranışları, bugünkü davranışlar da geleceği şekillendiriyor. Döngü artık olumsuz işliyor. Adımları ise şu şekilde…

İlişkinin biteceğine dair inanç/olumsuz beklenti…
Çatışma durumlarının gerçekleşmesi (kaçınılmaz) ve olumsuz inancın güçlenmesi…
Olumsuz beklentinin yarattığı uzaklaşma hissi ve davranışı…
Paylaşımda azalma, beklentiye uygun şekilde ayrılığın dillendirilmesi…
Olumsuz beklentinin güçlenmesi…
Beklentiye uygun davranışların (olumsuz) sürdürülmesi…
Ayrılık / Boşanma…

Hemen her alanda, iş yaşamında, sosyal yaşamda, aile yaşamında vb. kendinizi benzer bir döngüde bulabilirsiniz. Yeni yıla girerken, yaşamınızda aslında hiç de istemediğiniz gerçekliklerin oluşmasına neden olan beklentilerinizden ve bu döngülerde kurtulma kararı vererek değişime başlayabilirsiniz. Beklentileriniz olumsuz mu? Olumsuz döngüler yaşamınızda yoğun olarak mı var? Peki nedir bunları kırmanın yolu? Çok da zor değil…

Beklentilerinizin listesini oluşturun… İlişkinize dair beklentileriniz neler? En az 10 olumlu beklenti listeleyin. Listenizdeki her maddenin olumlu olduğundan emin olun. Peki ya iş yaşamınıza dair? İş yerindeki ilişkilerinize dair beklentileriniz neler? Peki ya arkadaşlarınıza, onlarla olan ilişkilerinize dair beklentileriniz? Ekonomik durumunuza dair beklentilerinizi listeleyin… Ailenize dair beklentileriniz? Her bir madde olumlu mu? Yeniden kontrol edin…

Beklentileriniz için hazırladığınız listeyi sık görebileceğiniz bir yerde tutun. Sık aralıklarla gözden geçirin. Bırakın bu yıl istemediğiniz, olmasından koktuğunuz gelecek değil, hayal ettiğiniz heykeller canlansın. İyi seneler… 

Psikolog Filiz Kaya

11 Kasım 2010

Ayrılık… Neden bu kadar acıtır?


Romantik ilişkilerde ayrılık, ilişki yolunda gitmiyor olsa bile sarsıcı ve acı veren bir deneyimdir. Peki ya terk edildiğinizde ne yaşatır? 

Romantik ilişkiler yüksek bir heyecan düzeyiyle başlar ve geleceğe dair çok sayıda umudun, beklentinin oluşturulmasına neden olur. İlişki sonlandığında ise, her ne kadar kötü giden bir ilişki olursa olsun, yüksek düzeyde bir hayal kırıklığı ve hüznün yaşanmasına neden olur. Bozulan rutin, yaşanılan evden arkadaşlara kadar hissedilen geniş bir değişim alanı, kişinin adapte olabilme becerilerini zorlayıcı, dolayısıyla stres düzeyini fazlasıyla arttıran bir yaşantıdır. 

Psikologlar olarak danışanlarımıza verdiğimiz temel bilgilendirme genellikle şudur:  boşanma ya da ayrılık, sadece ilişkinin sonlanması, kaybı değil aynı zamanda sevilen birinin kaybı demektir. Daha önce yaşanan ve etki bırakan tüm kayıpları tetikler ve bu nedenle de yoğun bir duygulanımın oluşmasına neden olur. Bu bilgide bir sıkıntı yok ve tamamıyla gerçeği yansıtıyor.  Ancak son zamanlarda yapılan bir araştırma, özellikle terk edilen, terk edildiğini hissettiren bireylere yaklaşımda, biz uzmanlara farklı bir gözlük daha sundu…  Romantik bir ilişkide yaşanan terk edilmenin yarattığı acı, sadece psikolojik yaralanmalardan kaynaklanmıyor. Yaşanan bu acı, beyinde motivasyon, ödül ve bağımlılıkta yaşanan madde yoksunluğuna benzer bir aktivasyonun oluşmasına neden olmakta. 

Hem kendi deneyimlerinize, hem de yakın arkadaş çevrenize bakarak şu soruların yanıtlarını bir düşünün: “İstemeden ayrılma, terk edilme söz konusu. Terk edilen tarafın davranışları hakkında neler söyleyebilirsiniz? İlişkinin sonlanmaması için çaba sarf eder mi? Neler hisseder? Neler yaşar? Neler olsun ister? Davranışları üzerinde ne kadar kontrol sahibidir?” 

Sürekli sevgiliyi düşünme… Sürekli aramayı düşünme… Arama, mesaj atma, yapılmaması önerilen hemen her şeyi yapma hali… Reddedilme, istenme ilişkinin tek taraflı olarak bitirilmesi halinde, hem terk edilen kişide ağır yaralar açıyor, hem de sonrasında yapılan davranışlar nedeniyle, uzun süreler devam eden pişmanlıkların duyulmasına neden oluyor. Terk edilmenin yarattığı psikolojik yaralar, kişilikte oluşan değişimler, özgüvenin düşmesi, kaygı düzeyinin artması, hatta ayrılıkların yakın çevredeki ilişkileri de etkilemesi  vb. ayrılık sonrası ortaya çıkan olumsuz koşulları araştıran yoğun bir psikoloji literatürü zaten var. Ancak yıllar sonra bir grup araştırmacı, terk edilen kişilerde oluşan bir dizi reaksiyonun fiziksel nedenlerini anlayabilmek için, beyin görüntülerine bakmaya karar verdi. 

Araştırmada eski sevgililerine hala “aşık” olduklarını belirten bir grup kadına, eski erkek arkadaşlarının resmi gösterildi ve fMRI yoluyla beyin görüntüleri alındı. Araştırmaya katılan tüm kadınlar için, ayrılığın üstünden ortalama 63 gün gibi görece uzun bir zaman geçmiş durumda. Gün içinde zamanlarının % 85’ini eski sevgililerini düşünerek geçirdiğini belirten grupta yer alan kadınların tamamı, ilişkilerine devam etmek ve eski sevgilileri ile yeniden bir araya gelmek istediklerini söylüyor. Araştırmacıların hedefi, eski sevgilinin resmini görmenin beyinde ne gibi değişimlere neden olduğunu saptamak. Araştırma sonuçları ise şu şekilde:
-          Araştırma sonuçlarından biri romantik ilişkilerde reddedilmelerin ardından kişinin duygu ve davranışlarını kontrol etmede güçlük yaşadığını ortaya koyması. Terk edilme sonrası gösterilen duygusal-davranışsal tepkilere bakıldığında – ki bunlar depresyondan intihara hatta cinayete kadar değişim gösterebiliyor- kişinin kendini kontrol etmede güçlük yaşadığının görülmesi çok da şaşırtıcı değil. Ancak yine de alınması gereken bir ders var… Yakın bir arkadaşınız ayrılık acısı çekiyorsa, “Yapma ama artık, kontrollü davran biraz” demeniz işe yaramayacaktır. 

-          Beyin görüntülerine bakıldığında özellikle motivasyondan sorumlu alanlarda önemli düzeyde aktivasyon görülüyor. Yani romantik aşk, daha önce de önerildiği gibi, belirli bir duygu durumu olmaktan çok, hedefe odaklı bir motivasyonel durum olma özelliği taşıyor.

-          Araştırmanın en şaşırtıcı sonucu ise, beynin bağımlılık ve yoksunluk durumlarında aktive olan alanında görülen yoğunluk. Yani romantik ilişkilerde reddedilme, bağımlılıkta görülen bir tür yoksunluk sendromunun yaşanmasına neden olmakta. Bu sonuç da ne kadar zorlu bir süreç içinde olunduğunun ve kontrolün ne kadar güç olduğunun temel göstergelerinden biri olma özelliği taşıyor. 

-          Aktive olan bir diğer önemli alan ise beynin fiziksel ağrı ve stresten sorumlu olan alanları. Yani ayrılıkla başa çıkmaya çalışan kişiler, aslında güçlü bir hayatta kalma mekanizması ile savaşır hale geliyorlar. 


“Zaman tüm yaraları iyileştirir,” kadim bilgisinin fiziksel kanıtı da artık elimizde..


Aşk acısı çeken kişiler için umut da var…
Reddedilmenin ardından geçen gün sayısı ne kadar fazla ise, resimlere bakıldığında duygulardan sorumlu beyin bölgesinde görülen hareketlenmede azalma ve rasyonel düşünmeden sorumlu beyin bölgesinde görülen aktivasyonda da fazlalaşma görülüyor.  ilgili beyin alanlarında o kadar az aktivite görülüyor. Yani aradan geçen zaman fazlalaştıkça reddedilen bireyler durumu anlamlandırmaya ve tepkilerini daha kontrollü olarak sunmaya, duygusal ve psikolojik olarak güçlenmeye başlıyorlar.


Eğer yaşanan sıkıntı kaldırılamayacak durumda ise, aradan zaman geçmesine rağmen herhangi bir iyiye gidiş hissedilemiyorsa destek alınmasında yarar var demektir.




Her türlü zorlu yaşam olayında olduğu gibi, bu zorlu yaşantıdan da güçlenerek çıkmanız mümkün.

Ayrılığın ardından… 

-          Birbirinden farklı duyguları, yoğun olarak ve kısa aralıklarla yaşayacaksınız. Bir sabah yataktan kalkmak istemeyecek kadar mutsuz, diğer sabah ise yeniden aşık olmalıyım kararlılığı ve enerjisiyle uyanabilirsiniz. 

-          Kendinize kredi vermelisiniz. Bir süre üretkenliğiniz, iş yaşamındaki başarınız, kişilerarası iletişim becerileriniz düşebilir ve bunda bir sorun yok. Kimse superman değil ve olmamalı da. 

-          Yalnız kalmadığınızdan emin olmalısınız. Bu süreçte sık değişiyor olsa da, duygularınızı, düşüncelerinizi paylaşmanız çok önemli. Size iyi gelen yakınlarınızı, arkadaşlarınızı, akrabalarınızı yakınınızda tutun. Yardıma ihtiyacınız olduğunda, destek almaya mutlak olarak hazır olun. 

-          Duygularınızla savaşmayın. Kaybı yaşamak için kendinize alan açın. Hayatınız bir anda değişti, umutlarınız dahi değişmek zorunda. Veda ettiğiniz ayrıntıların hakkını verdiğinizden emin olmalısınız. Üzülmemeliyim, düşünmemeliyim cümlelerini kurduğunuz anda kendinizi uyarın. Tesadüfi bir durum söz konusu değil; üzülmeye, bu konu ayrıldığınız kişi hakkında düşünmeye ihtiyacınız olduğu için bunlar aklınıza geliyor. 


Hazırlayan: Psikolog Filiz Kaya
Yukarıda yer alan yazı  Marie Claire Dergisi Ekim 2010 sayısında yer almıştır. 

14 Ekim 2010

35 yılda 3 bin çifti araştırdılar bir bakışta evliliğinize ömür biçebilirler

Banu Tuna / Hürriyet / Ekim 2010

Psikolog doktor John Gottman ile meslektaşı ve eşi Julie, evlilik ve ilişkiler konusunda uzman. John Gottman, Psychotherapy Networker dergisi tarafından ‘Son 25 Yılın En İlham Verici İlk 10 Terapisti’ arasında gösterildi. Yıllardır bu alanda araştırmalar yapıyorlar. ABD’de kendi isimlerini taşıyan bir enstitüleri var. Bugüne kadar 40’ı aşkın kitap yazdılar, yaklaşık 10 bin kişiye mutlu bir evlilik ve ilişki yürütmek hakkında eğitim verdiler.

Türkçe’ye de çevrilen ‘Evliliği Sürdürmenin 7 İlkesi’ kitapları tüm dünyada yarım milyon sattı. 35 yılda 3 binin üstünde çiftle araştırmalar yapan Gottman’lar, mutlu evliliğin sırlarını ortaya çıkardı ve boşanmanın çeşitli tekniklerle önlenebilir olduğunu kanıtladı. Aynı araştırmalardan yola çıkarak özel bir teknik geliştirdiler. Atölye çalışmalarıyla bu tekniği çiftlere öğretiyorlar. 6-12 Ekim’de Psikoloji İstanbul’un davetlisi olarak İstanbul’da da seminerler verecekler. Yeni evli bir çifti, iki saat izledikten sonra evliliklerinin ne kadar süreceğini yüzde 90 isabetle bildiklerini iddia eden Gottman’lara bir-iki soru sormak boynumun borcuydu...

Yeni evli bir çifte bakar bakmaz, 4-6 yıl sonra evli olup olmayacaklarını anlayabileceğinizi söylüyorsunuz. Evliliğin yürümeyeceğinin işaretleri neler?

- İlişkileri yaralayan, ‘Mahşerin dört atlısı’ dediğimiz davranış biçimleri var. Bunlar; eleştiri, aşağılama, savunmada kalma ve görmezden gelme (içine kapanıp iletişimi kesme). Ayrıca eşlerden biri tüm tartışmaları ‘dövüş ya da kaç’ prensibiyle ele alıyorsa, bir anlaşmazlık sırasında olumlu ve olumsuz etkileşim oranı bire birse, bunlar da kötüye işaret. Başarılı çiftlerde bu oran beşe dörttür. Yani 5 olumlu, 1 olumsuz.

İlişkilerinde güçlü sorunlar olsa bile, bir çifte evliliği yürütmeyi öğretebilir misiniz?

- Evet, kesinlikle. İlişkileri gerilmiş çiftlere, gözle görülür bir fark yaratma yeteneği kazandırıyoruz. Elbette her çifte yardım edilemez veya edilmemelidir. Örneğin ciddi boyutta aile içi şiddet varsa, kadının evliliği bitirmesi daha hayırlı.

Evlilikte ilk problemler ne zaman görülmeye başlar?


- Araştırmalarımıza göre genellikle evliliğin ikinci yılında. Balayı etkisi geçiyor ve eşler birbirini gerçekten ve daha derinden tanımaya başlıyor. Bebek de genellikle ikinci yılda yapılıyor.

Bizde üçüncü ve yedinci yıl tehlikelidir, denir. Bunda doğruluk payı var mı?


- Üçüncü yıl gerçekten önemli. Bu dönemde genellikle çocuk yapılmış olur. Çocuklar muhteşemdir ama küçükken çok fazla ilgi isterler. Özellikle de anneden. Bu da annenin zamanını ve enerjisini babayla çocuk arasında bölmesini gerektirir. Koca buna gücenebilir. Ancak araştırmalarımıza göre yedinci yılın özel bir güçlüğü yok. Geldiğimizde Türkiye’deki evlilikleri ve yedinci yılı araştırmamız gerekecek.

Bir evliliği yürüten beş şeyi saymanızı istesem...

- Karısının sözüne kıymet veren, ondan etkilenmeyi sorun etmeyen bir koca, tek eşlilik, saygı, anlaşmazlıklarda ‘mahşerin dört atlısı’ndan uzak durmak ve eşlerin birbirinin ihtiyaçlarına olumlu yaklaşması.

Peki evliliği bitiren beş şey nedir?


- Aile içi şiddet, aldatma, karısının fikirlerine önem vermeyen bir koca, sorunları çözerken aşağılama, eleştiri, savunmaya başvurma, anlaşmazlık durumlarında eşlerden birinin veya ikisinin birden tansiyonu yükseltmesi.

EVLİLİĞİN MODASI GEÇMEZ

Evliliği sağlıklı yürütmenin yollarını konuşuyoruz ama evlilik müessesesinin kendisi hayatta kalmayı başaracak mı? Birlikte yaşayanların, tek başına çocuk yapan kadınların ve boşanmaların sayısı her geçen gün artıyor...


- Evet, bizce evlilik hep olacak. Üstelik çiftler daha iyi ilişkiler kurmayı öğrendikçe daha uzun süreli ve mutlu evlilikler olacak. Araştırmalarımıza göre, anneyle baba arasındaki ilişki, çocuğun sağlıklı büyümesi için çok önemli. Çocuklarımızın iyiliğini düşündüğümüz sürece evlilik müessesesi de sürecek.

Atölye çalışmalarınızın adı ‘sevgi sanatı ve bilimi’. Sanat, yaratıcılık ve yetenek; bilim kesinlik ve nesnellik demek. Bir ilişkiyi yürütmek için bu özellikler mi gerekiyor?

- Bize göre sanat, yaratıcılık ve dürüstlük demek. Doğruyu, daha yaratıcı bir biçimde söylemek... Bilimsel araştırmalarımız sayesinde elde ettiğimiz sonuçları ifade ediyor. Üç binden fazla çifti, sorunlarını tartışırken, çözmeye çalışırken izledik, kaydettik. Sonra o kayıtları, başarılı ve başarısız çiftlerin sırrını çözmek üzere saniye saniye analiz ettik. Psikolojik değer ölçümleri yaptık. Tüm bu veriye dayanarak, yeni evli bir çiftin beş yıl sonra birlikte olup olmayacağını, onları sadece bir-iki saat izleyerek ve yüzde 90 isabetle söyleyebiliyoruz. Ayrıca atölye çalışmaları sırasında öğrettiğimiz yöntemlerin çiftlere ilişkilerini değiştirme fırsatı verdiğini de gördük. İki günlük eğitimden alınan ilham, bir yılın sonunda bile etkisini sürdürebiliyor.

Kimler atölye çalışmalarınıza katılmalı?


- Açık fikirli ve ilişki kurmanın yeni yollarını öğrenmek isteyen her çift katılabilir. Daha evlenmeden gelen çiftler oluyor, böylece daha iyi başlangıçlar yapılıyor. Onlarca yıldır mutsuz bir evlilik sürdüren ama hala ümidini kesmemiş çiftler de geliyor. Çoktan boşanmış ama birbirlerine ikinci bir şans vermek isteyen çiftlerin bile geldiği oluyor.

Neye benziyor bu atölye çalışmaları?

- Ders verirken eşimle canlandırmalar yapıyoruz, komik hikayeler anlatıyoruz. Çiftlerin uygulamasını istediğimiz alıştırmalar oluyor.

EVLİLİĞİ SÜRDÜRMENİN YEDİ İLKESİ


1. Aşk haritanızı geliştirin. Gottman, beyninizde eşinizle ilgili bilgileri depoladığınız yeri aşk haritası olarak tanımlıyor. Ne kadar çok bilgi olursa, o kadar iyi. Eşinizin hayallerini, ilgi alanlarını ve umutlarını bilmelisiniz.
2. Şefkatinizi ve hayranlığınızı ayakta tutun.
3. Birbirinize sırtınızı değil, yüzünüzü dönün.
4. Size bir şeyler öğretmesine izin verin. Bir ilişkide kimliğinizi korumak önemlidir ama eşinizden öğrenmek, esnek olmak da önemlidir. Eğer bu etkileşim karşılıklı olursa, eşler birbirine daha derinden saygı duyar.
5. Çözülebilir sorunları çözün. Halledilebilecek meseleler üzerinde uzlaşmak önemli. Bunun için şu beş basamağı dikkate alın: Yumuşak bir başlangıç yapın, tamir ve telafi girişimlerinde bulunmayı ve bu girişimleri kabul etmeyi öğrenin, kendinizi ve onu teskin edin, özveride bulunun ve birbirinizin hatalarına tolerans gösterin.
6. Tıkanıklığı açın. Temel sorunların çözülememesinin nedeni, her iki tarafın birbirinden çok farklı fikirlerinde inat etmesidir. Bu iletişimin önünü keser. Uzlaşamasanız bile, eşinizle empati kurmaya çalışın.
7. Paylaşılan anlamlar yaratın. Ritüeller, gelenekler, rol veya semboller üzerinden ikinizin de paylaştığı bir değerler sistemi yaratın. Bu sizi birbirinize yakınlaştırır.

Banu Tuna

Bu Röportaj, 02.10.2010 tarihinde Hürriyet Cumartesi ekinde yayımlanmıştır.

Bebek Doğduktan Sonra



Mother&Baby Dergi / Ekim 2010

Çiftlerin % 67’si bebek doğduktan sonraki 3 yılda kendilerini “Mutsuz” olarak tanımlıyor. İlişkilerinden “Memnun” olduğunu belirten %33’lük grup ise, aynı dönemi ilişkileri açısından “Yüksek Düzeyde Stres Yaşanan” bir dönem olarak tanımlıyor. 


İlişki Araştırmaları Enstitüsü kurucusu ve başkanı, aynı zamanda “Baby Makes Three” isimli kitabın yazarı Profesör Doktor John Gottman, bebeğin doğumunun ardından geçen ilk ayların çiftlerin ilişkileri açısından zorlayıcı bir dönem olduğunu belirtiyor. 35 yılı aşkın süredir çiftler arasındaki ilişkiyi güçlü tutabilmek için çeşitli araştırmalar yürüten Gottman’ın, çiftin hayatına bebeğin eklenmesinin ardından oluşan değişimlerle ilgili araştırmasını sizlere sunacak ve konuyla ilgili uzmanımız Psikolog Filiz Kaya’dan görüşlerini alacağız. Bebek doğduktan sonra eşler arasında neler yaşanır? Neler değişir? Olumlu değişimi sağlamanın püf noktaları nelerdir? 

Dünyada konuyla ilgili yapılmış en kapsamlı araştırmaları sunan Gottman, bebek sahibi olan çiftlerin % 67’sinin bebeğin doğumunun ardından geçen 3 yıl süresince, eşleri ile olan ilişkilerini “Mutsuz” olarak tanımladıklarını belirtiyor. Bebekten önce ilişkilerini “Mutlu” olarak tanımlayan binlerce çiftle yapılan bu araştırmada,  çiftlerin sadece % 33’ü bebek doğduktan sonraki dönemde ilişkilerinden “Memnun” olduklarını söylüyorlar. Ancak bu % 33’lük grup da bebek doğduktan sonra geçen ilk 3 yılı aralarındaki ilişki açısından “Yüksek Düzeyde Stres Yaşanan Bir Dönem” olarak tanımlıyor.   Araştırmanın uzun dönemli sonuçlarına bakıldığında, % 67’lik grup içinde yaşanan boşanmaların diğer gruba göre 4 kat daha fazla olduğu görülüyor. 

Çiftler açısından zorlayıcı ama bir o kadar da güzel olduğu bilinen bu dönem nasıl yaşanıyor? Psikolog Filiz Kaya’ya göre, ebeveynliğe geçiş büyük bir değişim dönemi. Bu değişimle, yani ebeveynliğe geçişle başa çıkabilen bireyler ilişkide oluşan değişimleri de olumluya çevirerek ilişkilerini güçlendirebiliyor. Ancak yaşanan değişimle başa çıkamayan kişiler için ise, eşler arası çatışmalar kaçınılmaz hale geliyor ve evlilikler çatırdamaya başlıyor. Değişimin ne gibi noktalarda zorlayıcı olduğunu  uzmanımız kısaca şöyle tanımlıyor: “Ağlayan bir bebeğin yanında romantizm zordur. Çiftler daha önce yaptıkları ve yakınlık hissetmelerini sağlayan pek çok şeyi özellikle ilk aylarda yapamaz hale gelirler. Her ikisinin de çok sevdiği ve belki de uzun süredir bekledikleri o güzel varlık yanlarında olmasına rağmen, beraberinde bir dizi zorluğu ve sorumluluğu da getirir. Bebekler sürekli bakıma ihtiyaç duyar ve bu çoğu zaman her iki ebeveyn için de tam zamanlı bir mesai demektir; dolayısıyla eşler birbirlerine zaman ayıramamaya başlarlar. Fiziksel yorgunluk, çoğu çift için duygusal ve bedensel uzaklaşmaya neden olabilir.” 

Sonuçların çarpıcılığı, olumsuz olan % 67’lik orandan çok, azınlıkta görünen % 33’lük grubun aynı stres düzeyinde değişimi hissetmelerine rağmen, değişim sürecinde ilişkileri açısından bir sıkıntı yaşamış olmaları. Peki nedir aradaki ayrım? Hangi çiftler bebek sahibi olduktan sonra birbirlerinden uzaklaşıyor, hangi çiftler mutlu bir şekilde ilişkilerine devam ediyor? 

Sorumlulukların Artışı

Uzmanlar özellikle bebek eve geldikten sonraki ilk birkaç ayda yaşanan bedensel yorgunluğun pek çok kadında derinleşerek depresyona neden olabildiğini belirtiyorlar. Çoğu çift, bebek eve geldikten sonra daha da belirginleşen yeni sorumluluklarının, beklediklerinden daha fazla olduğunu belirtiyor. Beklentiden yüksek olarak ortaya çıkan zorunluluklar da hissedilen yorgunluğu arttırırken, tükenmeye giden sürenin de kısalmasına neden olabiliyor. Bu durumda her iki ebeveyn de kısa bir süre sonra kendilerini yetersiz, ihmal edilen ve yalnız bireyler olarak algılamaya başlıyor.  Hatta bazı çiftler arasında oluşan mesafe ve her geçen gün artan şiddette hissedilen yalnızlık, bireyleri aldatmaya sürükleyebiliyor. 

Atıfların Önemi 

Psikolog Filiz Kaya, pek çok çiftin bebek doğduktan sonra yaşanan zorlukları  birbirlerine atfetmelerinin ilişkiye yaşattığı olumsuzluğu vurguluyor. “Bebek sahibi olmadan önce danışmanlık alan çiftlerde gördüğümüz belirgin bir farklılık var. Doğum öncesinden itibaren, bebekleri dünyaya geldikten sonra yaşanabilecek olumsuzluklarla ilgili daha önceden bilgi sahibi olan çiftler, aralarında bir problem ortaya çıksa da, bu problemin nedenlerini ilişkilerinde aramıyorlar. Örneğin sorumlulukların paylaşımı ile ilgili bir sıkıntı yaşadıklarında “zaten sen hep böylesin, her şeyi kendi başıma yapmak zorunda kalıyorum” demek yerine, “sanırım bu kadar sorumluluk beni zorluyor; ne yapabiliriz?” sorusunu sormayı tercih ediyorlar. Yaşanan zorluğu birbirlerine ya da ilişkilerinin iyi gitmeyişine değil, değişime ve ihtiyaçların farklılaşmasına atfediyor ve çözümleri de bu farkındalık sayesinde birlikte üretmeye çaba gösteriyorlar. 

Neler yapılmalı? 

Ebeveynlerin bebeklerine verebilecekleri en büyük hediyenin aralarındaki sevgi dolu ilişkiyi ve yakınlığı korumak olduğunun altını çizen Gottman İlişki Araştırma Enstitüsü, “Bringing Baby Home” adlı bir eğitimle binlerce çifte bebek doğduktan sonra da yakınlığı korumak ve ilişkiyi güçlü kılmak için çeşitli öneriler sunuyor. 

Ekim ayında Türkiye’ye gelerek “Mutlu İlişkilerin Formülü’nü” paylaşacak olan Gottman’ların önerileri şu şekilde: 

1. Her çiftin aynı sorunları yaşadığını bilin: Çünkü her çift bebekleri dünyaya geldikten sonra daha fazla stres yaşıyor, daha duygusal, daha savunmacı ve daha fazla tartışma eğilimi yaşayabiliyor. 

2. Bebeğinizle birlikte vakit geçirmenin keyfine varın: Bebek sahibi olmanın keyfine birlikte vardığınız ve hayata getirdiğiniz bu güzel varlıkla birlikte vakit geçirdiğiniz sürece aranızdaki ilişkinin kötüye gitmek yerine daha da güçlenmesi için ne kadar çok neden olacağını göreceksiniz. 

3. Tartışmalarınızın sakin geçmesini sağlayın: Bir çift olarak tartışmamanız mümkün ve sağlıklı olmayacaktır. Tek yapmanız gereken tartışmaları centilmen bir noktada tutmak. Daha yumuşak cümlelerle, daha çok ne düşündüğünüzden, ne hissettiğinizden ve neye ihtiyaç duyduğunuzdan bahsederek tartışın. 

4. Aranızdaki paylaşımın ve arkadaşlığın eksilmemesini sağlayın:  Birbirinize olan biten hakkında konuşmak için zaman ayırın. Hayatınızda pek çok şey değişti ve 5 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz, hayatınızla, çevrenizdeki insanlarla ilgili neler düşünüyorsunuz vb. konularda yeniden konuşmak ve birbirinizin şimdi ne düşündüğünü öğrenmeye ihtiyacınız var.
5. Cinsel yaşamınıza özen gösterin ve cinsellikten aldığınız keyfi arttırın: Bebeğinizin doğumunun ardından aranızdaki yakınlığı bozmamak adına en çok özen göstermeniz gereken paylaşımınız cinselliğiniz olacaktır. Cinsel yaşamdan aldığınız hazzın devamlılığını sağlamak için eşinizle konuşun, neler istediğinizi nelere ihtiyaç duyduğunuzu belirtiyor olun. 

6. Baba-bebek arasındaki ilişkinin yakın ve sıcak bir ilişki olmasını sağlayın: Babalar ve bebeklerinin arasında yaşanacak olan sıcak ilişki, bir çift olarak da mutlu olmanızı sağlayacaktır. Pek çok çift için bebek dünyaya geldikten sonra yaşanan yalnızlığın nedeni anne-bebek arasındaki yakın bağa yaklaşamayan babalardır. Dolayısıyla anneler de babalar da farkına bile varmadan kendilerini yalnız hissetmeye başlayabilirler. 

7.  İlişkiyi zenginleştirecek yenilikler geliştirin: Bir çift olarak yaşamınızda oluşan bu güzel değişikliğe uygun yeni rutinler geliştirmeye çalışın. Birbirinize nelerden keyif aldığınızı, birlikte neler yaptığınızda mutlu olduğunuzu yeniden sorun ve birbirinize zaman ayırın. 
 
Çiftlerin % 67’si ne yaşıyor? 

Çiftlerin üçte ikisinde, bebek sahibi olduktan sonra ilişkilerinde hissettikleri doyum belirgin bir biçimde düşüyor. Çatışmaların oranında ve çiftlerin birbirine uyguladıkları duygusal şiddette bir artış yaşanıyor. Çiftler daha sık tartışmaya ve daha az yakınlık hissetmeye başlıyor. Birbirlerine duydukları tutku azalıyor; cinsellik ve romantizm de ciddi bir şekilde sekteye uğruyor. Değişen tüm bu koşullar, pek çok çiftin diğer etkenlerin de birleşimi ile boşanmasına neden olabiliyor. 

Peki ya bebekleri? 

Pek çok araştırma, çatışmalı ilişkiler yaşayan çiftlerin bebeklerinin, gelişimsel sıkıntılar yaşadığını göstermektedir. Ebeveynlerin stresli, yalnız, depresif hissetmeleri, bebeklerine daha az tepki vermelerine neden olmaktadır. Mutsuz ebeveynler tarafından yetiştirilen bebeklerin geç konuşan, tuvalet eğitimini geç alan, motor gelişimini yaşıtlarına göre daha sonraki dönemlerde tamamlayabilen bebekler oldukları ve yaşamın ilerleyen yıllarında özellikle sosyal ortamlarda düşük özgüven sahibi olduklarını göstermektedir.

 
Bebeğinize verebileceğiniz en büyük hediye, ikiniz arasında yakın ve mutlu bir ilişki sağlamak olacaktır.
                     
                       Prof. Dr. John M. Gottman